Türkiye'ye büyük acılar yaşatan 12 Eylül
darbesini anlatan film sayısı ne yazık ki çok az. Babam ve Oğlum,
Zincirbozan, Beynelmilel, O...
Çocukları,
Dikenli Yol akla ilk gelenler. Zeki Ökten'in (1986) Ses'i, darbenin
acılarını anlatan ilk film. Son yapım ise evsizlerin hikâyesinin
anlatıldığı Bu Son Olsun (Yön.: Orçun Benli). Hemen her yıl listeye bir
film daha ekleniyor. Önümüzdeki sezon seyirciyi selamlayacak film ise
Kanlı Postal.
Mehmet Arslan'ın yönettiği filmin çekimleri İstanbul Polonezköy yakınlarında devam ediyor. Film, darbe döneminin sembolü haline gelen Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları perdeye taşıyor. Konusu şöyle: "Esat cezaevinde yüzbaşıdır, darbeden sonra hücreye atılanları terbiye etmekle görevlidir. Kemal, Hayri, Ali, Emine, Narin ve daha birçok kişi cezaevinde kalan tutuklulardır. Siyasi görüşleri, inançları yüzünden Esat ve emri altındaki gardiyanlarından ağır işkenceler görür. İşkence için hücreye kapatılan Hayri, burada intihar eder, dört arkadaşı da kendilerini canlı canlı yakar. Mahkemede işkencelerin durması talebinde bulunan tutukluların istekleri yerine gelmediğinden tutuklular ölüm orucuna girer ve olaylar büyüyerek devam eder."
Film baştan sona gerçek hikâyeler üzerine kurulu. O dönemde işkenceye maruz kalan mahkûmlarla görüşülerek senaryo yazılmış, gerçek isimler kullanılmış. Set ortamı da ilginç. Şiddet üzerine kurulu olduğu için herkes çatık kaşla ortalıklarda geziyor. Ağır bir psikoloji ortama hâkim. Çekimlerin Kılıçlı köyündeki eski askeri lojmanlarında yapılması ise büyük bir ironi.
Filmde Sofi (Turgay Tanülkü), Kemal Pir (Levent Akkök), Mazlum (Barış Koçak), Tahir Kuzu (Ahmet Özyavuz), Hayri (Utku Demirkaya), Süryani (Kemal Denizci) gibi mahkûmlar ön plana çıkıyor. Irk, inanç ve meslekleriyle karakter tercihleri, işkencecilerin tutarsızlıklarının altı çiziliyor, Bu seçimle "Cezaevinde yaşananlar insanlık suçudur. Şiddetin dini-dili olmaz!" mesajı veriliyor. Bu karakterlerin seçilmesinin özel bir sebebi daha var. Yönetmen, "Ben teslim olanları değil, direnenleri anlattım. Konuştuğum tutuklu arkadaşların içinde vahşeti uygulayanlara karşı nefret duygusu yok. O bana vahşet uyguladı ama görevini yaptı, diyorlar. Beni çok etkiledi, bunun için kötü adam portresi çizmedim." cümlesiyle tercihlerinin nedenini açıklıyor.
Nefreti körüklemiyoruz
İlk kez yönetmen koltuğuna oturan Mehmet Arslan, filmin hikâyesini şöyle özetliyor: "Mesut Baştürk Diyarbakır Cezaevi'yle ilgili kitap yazdı. Diyarbakır'a gittim, işkence gören 5-6 aileyle görüştüm. Arkadaşlarla senaryoyu tartıştık. Vahşeti izlenebilir kılmak için kafa patlattık. Zamanla hikâye mecrasına oturdu." Filmin nefret duygusunu körüklemediğini, aksine izleyicinin sinema salonundan kucaklaşarak çıkacağını düşünen Arslan, gelecek tepkilere kendini şimdiden hazırlamış: "Birileri filmi hükümet, birileri falanca örgüt yaptırdı, diyecek. Ama umurumda değil." Film, 12 Eylül'de özel bir gösterimle görücüye çıkacak.
"Ailem işkence gördü"
Mesut Akusta: Cezaevinin en üst düzey komutanını oynuyorum. Yukarıdan emir alıyor, kendi gardiyanlarıyla mahkûmlara akıl almaz işkenceler yapıyor. Yine kötü bir adam... Bu tarz rolleri çok seviyorum. Ben de darbeden çektim. Ailem tutuklandı, işkence gördü, ortaokulda olmama rağmen okuldan atıldım. Diyarbakır Cezaevi'ndeki olayları o zaman da duymuştum. Çoğu ya kafayı yedi ya da kendini öldürdü. Şimdi o dramı anlatan bir işin içinde olmak, sorumluluk almak onur verici.
"Karanlıkta uyuyamıyorum"
Turgay Tanülkü: O dönemin birebir tanığıyım. İnsanlığa karşı suç işleyen bir örgütü anlatıyoruz. Parmaklıklar Ardında dizisi için Sinop Cezaevi'ne gidip işkence gördüğüm hücreyi gördüğümde bunalım yaşadım. Burada da aynı psikolojiyle çalışıyoruz. Gözümü kapatınca o günler geliyor aklıma. Hayatın o tarafını görmeyen oyuncu arkadaşlar, hakikaten böyle şeyler yaşandı mı diye soruyorlar. Evet yaşandı, hem de neler neler? Eşim uyuduktan sonra ışıkları yakıyorum.
"Gerçek birini oynamak çok zevkli"
Levent Akkök: Canlandırdığım Kemal Pir karakteri çok güçlü bir adam. İçeriden çıkmak istemiyor, baskıya karşı mücadele ediyor. Şiddet sahnesinde en öne geçen bana vurun, suyu önce bana fışkırtın diyen biri. Komutanlar ondan korkuyorlar. Yaşananların gerçek olması, işimizi zorlaştırıyor ama çok daha zevkli ve heyecan verici.
Mehmet Arslan'ın yönettiği filmin çekimleri İstanbul Polonezköy yakınlarında devam ediyor. Film, darbe döneminin sembolü haline gelen Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları perdeye taşıyor. Konusu şöyle: "Esat cezaevinde yüzbaşıdır, darbeden sonra hücreye atılanları terbiye etmekle görevlidir. Kemal, Hayri, Ali, Emine, Narin ve daha birçok kişi cezaevinde kalan tutuklulardır. Siyasi görüşleri, inançları yüzünden Esat ve emri altındaki gardiyanlarından ağır işkenceler görür. İşkence için hücreye kapatılan Hayri, burada intihar eder, dört arkadaşı da kendilerini canlı canlı yakar. Mahkemede işkencelerin durması talebinde bulunan tutukluların istekleri yerine gelmediğinden tutuklular ölüm orucuna girer ve olaylar büyüyerek devam eder."
Film baştan sona gerçek hikâyeler üzerine kurulu. O dönemde işkenceye maruz kalan mahkûmlarla görüşülerek senaryo yazılmış, gerçek isimler kullanılmış. Set ortamı da ilginç. Şiddet üzerine kurulu olduğu için herkes çatık kaşla ortalıklarda geziyor. Ağır bir psikoloji ortama hâkim. Çekimlerin Kılıçlı köyündeki eski askeri lojmanlarında yapılması ise büyük bir ironi.
Filmde Sofi (Turgay Tanülkü), Kemal Pir (Levent Akkök), Mazlum (Barış Koçak), Tahir Kuzu (Ahmet Özyavuz), Hayri (Utku Demirkaya), Süryani (Kemal Denizci) gibi mahkûmlar ön plana çıkıyor. Irk, inanç ve meslekleriyle karakter tercihleri, işkencecilerin tutarsızlıklarının altı çiziliyor, Bu seçimle "Cezaevinde yaşananlar insanlık suçudur. Şiddetin dini-dili olmaz!" mesajı veriliyor. Bu karakterlerin seçilmesinin özel bir sebebi daha var. Yönetmen, "Ben teslim olanları değil, direnenleri anlattım. Konuştuğum tutuklu arkadaşların içinde vahşeti uygulayanlara karşı nefret duygusu yok. O bana vahşet uyguladı ama görevini yaptı, diyorlar. Beni çok etkiledi, bunun için kötü adam portresi çizmedim." cümlesiyle tercihlerinin nedenini açıklıyor.
Nefreti körüklemiyoruz
İlk kez yönetmen koltuğuna oturan Mehmet Arslan, filmin hikâyesini şöyle özetliyor: "Mesut Baştürk Diyarbakır Cezaevi'yle ilgili kitap yazdı. Diyarbakır'a gittim, işkence gören 5-6 aileyle görüştüm. Arkadaşlarla senaryoyu tartıştık. Vahşeti izlenebilir kılmak için kafa patlattık. Zamanla hikâye mecrasına oturdu." Filmin nefret duygusunu körüklemediğini, aksine izleyicinin sinema salonundan kucaklaşarak çıkacağını düşünen Arslan, gelecek tepkilere kendini şimdiden hazırlamış: "Birileri filmi hükümet, birileri falanca örgüt yaptırdı, diyecek. Ama umurumda değil." Film, 12 Eylül'de özel bir gösterimle görücüye çıkacak.
"Ailem işkence gördü"
Mesut Akusta: Cezaevinin en üst düzey komutanını oynuyorum. Yukarıdan emir alıyor, kendi gardiyanlarıyla mahkûmlara akıl almaz işkenceler yapıyor. Yine kötü bir adam... Bu tarz rolleri çok seviyorum. Ben de darbeden çektim. Ailem tutuklandı, işkence gördü, ortaokulda olmama rağmen okuldan atıldım. Diyarbakır Cezaevi'ndeki olayları o zaman da duymuştum. Çoğu ya kafayı yedi ya da kendini öldürdü. Şimdi o dramı anlatan bir işin içinde olmak, sorumluluk almak onur verici.
"Karanlıkta uyuyamıyorum"
Turgay Tanülkü: O dönemin birebir tanığıyım. İnsanlığa karşı suç işleyen bir örgütü anlatıyoruz. Parmaklıklar Ardında dizisi için Sinop Cezaevi'ne gidip işkence gördüğüm hücreyi gördüğümde bunalım yaşadım. Burada da aynı psikolojiyle çalışıyoruz. Gözümü kapatınca o günler geliyor aklıma. Hayatın o tarafını görmeyen oyuncu arkadaşlar, hakikaten böyle şeyler yaşandı mı diye soruyorlar. Evet yaşandı, hem de neler neler? Eşim uyuduktan sonra ışıkları yakıyorum.
"Gerçek birini oynamak çok zevkli"
Levent Akkök: Canlandırdığım Kemal Pir karakteri çok güçlü bir adam. İçeriden çıkmak istemiyor, baskıya karşı mücadele ediyor. Şiddet sahnesinde en öne geçen bana vurun, suyu önce bana fışkırtın diyen biri. Komutanlar ondan korkuyorlar. Yaşananların gerçek olması, işimizi zorlaştırıyor ama çok daha zevkli ve heyecan verici.