Beş dakikalığına, bir başbakanın gözyaşlarına dil uzatacak kadar “insanlıktan çıkıp” sonra yeniden normale döneceğim.
Biliyorsunuz Başbakan Erdoğan son derece duygusal günler geçiriyor. Mısır ve Suriye’de yaşanan katliamlar henüz sona ermemişken İhvan liderlerinden Muhammed El Biltaci’nin darbeciler tarafından öldürülen kızı Esma’ya yazdığı mektup bardağı taşıran son damla oldu ve Başbakan daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Televizyonda kendisini milyonlarca insan seyrederken hüngür hüngür ağladı.
On yedi yaşında bir kız bir direniş sırasında vurularak öldürülmüştü, her ne kadar bir başbakanın ekranlarda böylesine gözyaşlarına boğulması çok sık rastlanan bir şey değilse de olay gerçekten yürekleri sızlatacak ve insanın gözlerinin yaşarmasına neden olacak kadar trajikti.
“En büyük tuzak Allah’ın tuzağıdır” diyorlar ya, tam da Başbakan gözyaşlarına hakim olup yeni yeni kendine gelmeye başlarken, Eskişehir’de Gezi olayları sırasında, “evinde zor tutulan” eli sopalı sivillerin ve “başbakanın emir verdiği” polislerin birlikte öldürdüğü Ali İsmail Korkmaz’ın linç edildiği görüntüler basına yansıdı.
Zamanlama hiç olmadığı kadar “manidar” ve “tanrısal”dı. Tabii ister istemez gözler başbakana döndü. “Eyvah, daha yeni kendine gelmişti, ne olacak şimdi?” diye kaygılanılırken “korkulan” değil beklenen oldu.
Başbakan eskisinden de sağlamdı. O “hassas” adamdan eser kalmamıştı. Tıpkı Korkmaz’ın babası, “Ali’nin bu yaşta hayata veda etmesi haksızlıktır” diye isyan ettiğinde ya da Korkmaz’ın annesi “Ali niye direnmedin? Niye bizi bırakıp gittin?” diye feryat ettiğinde yaptığını yaptı, duymazdan, görmezden geldi. Kim bilir belki de “acısını içine attı”.
Öyledir bizim Başbakan, eğer canı öyle aman aman yanmadıysa kolay kolay göremezsiniz onu ağlarken.
Roboski’de 34 insan öldü, başbakanın gözleri bile dolmadı, Gezi’de 5 kişi hayatını kaybetti, başbakan “yazık” bile demedi.
Mısır’daki ölümler için haykıran yürek, Türkiye’deki ölümler için buz kesti.
Bir başbakan kendisine benzeyenlerin acılarına açık açık ortak olurken, kendisine benzemeyenlerin acılarını görmezden geliyorsa, hatta çoğu zaman bu acıların doğrudan sorumlusu oluyorsa, toplumun bir daha geri dönüşü olmaksızın tam ortadan ikiye bölünmesinde de en büyük pay sahibi olmaktan kaçamaz.
Bizim Başbakan da tam olarak bunu yapıyor. Hayatını kaybeden iki genç insanın arasında “seçim” yaparak topluma, “Bazılarınız ölseniz de umurumda değilsiniz” diyor.
Onun için çocuklar, ölümüne ağlanacak ve ölümüne aldırılmayacak çocuklar olarak ikiye ayrılıyor.
En insani tepkilerden biri olan gözyaşlarının insanlığı böylesine ağır yaraladığı zor görülür herhalde. Üstelik Başbakan'ın gözyaşları sadece insanlığı yaralamıyor, bu ülkeyi de kör bir bıçak gibi kanırta kanırta “her ölüme üzülenlerle, bazı ölümlere üzülenler” olarak ikiye bölüyor.
Vurarak da bölüyor, ağlayarak da bölüyor.
(alıntıdır)
Biliyorsunuz Başbakan Erdoğan son derece duygusal günler geçiriyor. Mısır ve Suriye’de yaşanan katliamlar henüz sona ermemişken İhvan liderlerinden Muhammed El Biltaci’nin darbeciler tarafından öldürülen kızı Esma’ya yazdığı mektup bardağı taşıran son damla oldu ve Başbakan daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Televizyonda kendisini milyonlarca insan seyrederken hüngür hüngür ağladı.
On yedi yaşında bir kız bir direniş sırasında vurularak öldürülmüştü, her ne kadar bir başbakanın ekranlarda böylesine gözyaşlarına boğulması çok sık rastlanan bir şey değilse de olay gerçekten yürekleri sızlatacak ve insanın gözlerinin yaşarmasına neden olacak kadar trajikti.
“En büyük tuzak Allah’ın tuzağıdır” diyorlar ya, tam da Başbakan gözyaşlarına hakim olup yeni yeni kendine gelmeye başlarken, Eskişehir’de Gezi olayları sırasında, “evinde zor tutulan” eli sopalı sivillerin ve “başbakanın emir verdiği” polislerin birlikte öldürdüğü Ali İsmail Korkmaz’ın linç edildiği görüntüler basına yansıdı.
Zamanlama hiç olmadığı kadar “manidar” ve “tanrısal”dı. Tabii ister istemez gözler başbakana döndü. “Eyvah, daha yeni kendine gelmişti, ne olacak şimdi?” diye kaygılanılırken “korkulan” değil beklenen oldu.
Başbakan eskisinden de sağlamdı. O “hassas” adamdan eser kalmamıştı. Tıpkı Korkmaz’ın babası, “Ali’nin bu yaşta hayata veda etmesi haksızlıktır” diye isyan ettiğinde ya da Korkmaz’ın annesi “Ali niye direnmedin? Niye bizi bırakıp gittin?” diye feryat ettiğinde yaptığını yaptı, duymazdan, görmezden geldi. Kim bilir belki de “acısını içine attı”.
Öyledir bizim Başbakan, eğer canı öyle aman aman yanmadıysa kolay kolay göremezsiniz onu ağlarken.
Roboski’de 34 insan öldü, başbakanın gözleri bile dolmadı, Gezi’de 5 kişi hayatını kaybetti, başbakan “yazık” bile demedi.
Mısır’daki ölümler için haykıran yürek, Türkiye’deki ölümler için buz kesti.
Bir başbakan kendisine benzeyenlerin acılarına açık açık ortak olurken, kendisine benzemeyenlerin acılarını görmezden geliyorsa, hatta çoğu zaman bu acıların doğrudan sorumlusu oluyorsa, toplumun bir daha geri dönüşü olmaksızın tam ortadan ikiye bölünmesinde de en büyük pay sahibi olmaktan kaçamaz.
Bizim Başbakan da tam olarak bunu yapıyor. Hayatını kaybeden iki genç insanın arasında “seçim” yaparak topluma, “Bazılarınız ölseniz de umurumda değilsiniz” diyor.
Onun için çocuklar, ölümüne ağlanacak ve ölümüne aldırılmayacak çocuklar olarak ikiye ayrılıyor.
En insani tepkilerden biri olan gözyaşlarının insanlığı böylesine ağır yaraladığı zor görülür herhalde. Üstelik Başbakan'ın gözyaşları sadece insanlığı yaralamıyor, bu ülkeyi de kör bir bıçak gibi kanırta kanırta “her ölüme üzülenlerle, bazı ölümlere üzülenler” olarak ikiye bölüyor.
Vurarak da bölüyor, ağlayarak da bölüyor.
(alıntıdır)