28.11.2018

Tahir Elçi




Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, kapısı açık odasında oturuyordu. İki meslektaşının kapının önünden geçtiğini fark edince içeri çağırdı. Onlara heyecanla ertesi gün Dört Ayaklı Minare’de yapacakları basın açıklamasını anlatmaya başladı, açıklamaya katılmalarını istedi. Dört Ayaklı Minare’nin fotoğraflarını gösterdi ikna etmek için, “Dört Ayaklı Minare’nin topuklarına sıkmışlar. Bugün topuklarına kurşun sıkanlar yarın tamamına ne yapmazlar ki”dedi.
Orada yapılacak bir açıklamayla basının ilgisini çekerek kamuoyu oluşturmak ve böylece kültür ve tarih katliamının önüne geçmeyi umuyordu. Meslektaşlarından Nihat Eren, işi olduğu için katılamayacağını söyledi ve Elçi’yi çatışmalara yakın bir noktada yapılacak açıklama için uyardı: “Sur’un durumu malum, gideceğiniz sokağın ilerisinde hendekler var, biliyorsunuz.” Elçi, meslektaşına gülümseyerek döndü ve “Daha ne olsun ki, zaten her gün ölüyoruz. Öleceksem de Dört Ayaklı Minare’nin altında öleyim” dedi. Belki de hiçbir dileği bu kadar çabuk gerçekleşmemişti.

Sonun başlangıcı

Elçi için sonun başlangıcı CNN Türk’te katıldığı programda “PKK terör örgütü değildir” demesiydi. Daha önce defalarla başka ağızlardan savunulan bu görüş, Elçi dile getirince ‘büyük olay’haline gelmişti. Programın katılımcılarının yükselttiği tansiyon Elçi’yi zorda bırakmış, programın sunucusu Ahmet Hakan da tartışmayı “PKK terör örgütüdür. Tahir Elçi’nin görüşüdür o (PKK terör örgütü değildir). Ona şiddetle itiraz edenler de oldu, sayın seyircilerimizin dikkatine” diye kapatmıştı.
İstanbul Başsavcılığı hemen soruşturma açtı. O gece İstanbul’da kalmayı düşünen Elçi, sosyal medyadaki linçin boyutlarını görünce tedirgin oldu, evine Diyarbakır’a döndü hemen.

Yakalama kararındaki yalan

Yandaş medya hedef almakta gecikmedi, işareti alan savcılık da hemen soruşturma başlattı. Elçi ise Diyarbakır Barosu’ndaki odasındaydı, her zamanki gibi. Soruşturma haberlerini üzerine savcının ifadeye çağırmasını bekliyordu. Hatta bunun için şehir dışı programını da iptal etmişti. Ama devletin planı başkaydı. Elçi ile ilgili yakalama kararı çıkarılmıştı ve kararda “Terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan hakkındaki soruşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacı ile yurt içinde saklandığı; tüm aramalara rağmen Elçi’ye ulaşılamadığı ve tebligat yapılamayacağı anlaşıldığından hakkında yakalama kararı çıkarıldığı;  yakalandığında 24 saat içerisinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nda hazır edilerek ifadesinin alınmasına hükmedildiği” yazıyordu.
Devlet, Elçi’nin gözaltına alınması görüntüsü ile mesaj vermek istiyordu ve bunu yaparken de baro odasında oturan Elçi’yi firarda gibi gösteriyordu.
Polislerden önce eşi Türkan Elçi hazırladığı bavulla gelmişti barodaki odasına. Çok korkuyordu.Kalp hastasıydı Tahir Elçi, by-pass olması gerekiyordu aslında. 2 yıl arayla 2 kez stent taktırmıştı ve günde bir torba ilaç içiyordu. Cezaevi koşullarının ona iyi gelmeyeceğini düşünüyordu. Yutkunarak “Tutuklanırsan ben yarın İstanbul’a geliyorum” dedi. İkisi de tutuklama bekliyordu. Türkan Elçi daha sonra sıkça “Keşke tutuklansaydı”diyecekti.
Tahir Elçi’yi tutuklamadılar. Hakkında 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtılar ve yurt dışına çıkışını yasakladılar. Söylediklerinden asla geri adım atmadı. Birçok kişi Ahmet Hakan’ın programdaki tutumu nedeniyle onun linç edilmesine neden olduğunu düşünürken o CNN Türk’e verilen para cezasına karşı avukatlıklarını üstlenmeyi dahi teklif etti.

‘Çatışmalar bu alandan uzak olsun…’

Hakkındaki dava sürerken o Güneydoğu’daki çatışma bölgelerine gidiyor, şiddetin, operasyonların ve insan hakkı ihlallerinin durması için elinden geleni yapıyordu. 28 Kasım günü, çatışmalardan zarar görmemesi için çağrıda bulunmak üzere Şeyh Mutahhar Camii’nin 515 yaşındaki Dört Ayaklı Minare’sinin önüne geldi arkadaşlarıyla. O gün saat 13.00’de baronun Prof. Ersan Şen’in katılımı ile düzenlediği konferans vardı. Konferansa katılmak için basın açıklamasını erken denilebilecek bir saatte, 10.30’da yapıyordu. Polis, önlemlerini almış, kameralar çalışmaya başlamış, meraklılar birikmişti. Elçi, elindeki metni okumaya başladı ve “Tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekânında silah çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz” dedi.

Berbat bir senaryo

Oysa çatışma hemen yanı başındaydı. Basın açıklaması bitmiş, Elçi gazetecilerle ve açıklamayı izlemeye gelen vatandaşlarla sohbet ediyordu.
O sırada bir taksi hemen 100 metre ötede durmuş, polis taksidekilerden inmelerini istemiş ve taksideki genç yaşlarda iki kişi, polise ateş açmış, polis memurları Ahmet Çiftaslan ve Cengiz Erdur’u öldürerek Elçi’nin açıklama yaptığı sokağa girmişlerdi. Silah sesleriyle sokaktaki herkes saklanmaya çalışmış, gazeteciler yere çömelerek beklemiş, oysa Elçi, olduğu yerde ayakta kalmıştı. Sokağa girerek kaçanlara polis ateş açmıştı. Polisin yoğun ateşine rağmen saldırganlar saniyeler içinde sokağı koşarak geçtiler. Yerde ise ensesinden yediği kurşunla yatan Tahir Elçi kaldı.
Berbat bir senaryonun ortasında kalmıştı Tahir Elçi ve orada hayatanı kaybetmişti.
Konferans için o saatlerde Diyarbakır’a inen Ersan Şen, haberi duyunca baroya gitmek yerine havaalanında beklemiş ve ilk uçakta geri gitmişti. Tıpkı Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu üyelerinin cenaze töreni için geldiği uçaktan inmeyerek yine aynı uçakla kaçıp gittikleri gibi…
Başbakan Ahmet Davutoğlu, ilk açıklamasında “Bu olay mutlak surette aydınlatılacaktır. Bizim dönemimizde faili meçhullere izin vermeyiz” dedi.
Eşi Türkan Elçi ise farklı düşünüyordu. Yaşamını faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasına adayan eşinden öğrenmişti: Bu coğrafyada faili meçhuller, hep meçhul kalırdı.
Yandaş gazeteler öldürülmesini, “PKK terör örgütü değildir”sözleri üzerinden sürdürdükleri linçin devamı için fırsat gördüler. Yeni Akit ‘gazetesi’ Elçi’nin öldürülmesini ‘Al sana terör’ başlığıyla duyurdu. Vahdet ‘gazetesi’ ‘PKK ‘Elçi’sini öldürdü’diye başlık atarken Güneş, ‘PKK terör örgütüdür’ manşetiyle çıktı.

‘Faili meçhul’

Oysa yapılması gerekenler basitti: Hemen bir olay yeri incelemesi yaparak delilleri toplamak, sokaktaki kameraların, gazetecilerin ve olay yerinde çekim yapan polis kamerasının çektiği görüntüleri analiz ederek Elçi’yi vuran silahı tespit etmek…
Olay yeri incelemesi, sokağın güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle olaydan 4 ay sonra yapıldı. Ne atış artığı ne de mermi bulunabildi.
Sokakta ateş ettiği görülen polislerin ifadeleri tanık sıfatıyla alındı, 3 yılda dosyada bir tek şüpheli bulunamadı.
Sokaktaki işyerlerinin kameralarından sonuç alınamadı. Sokaktaki Mardin Kebapevi’nin içini çeken 3 kameraya ait görüntüler varken Elçi’nin vurulduğu yeri gören dördüncü kamera çalışmıyordu.
Vurulma anını da çeken polis kamerası görüntülerinde ise 13 saniyelik kesinti vardı. Avukatlar, cinayetten 10 gün sonra polis kamerasına ve hafıza kartına el konulmasını istemişti ama savcılık üç yıl sonra cihazın bulunamadığını söyledi.
Avukatların soruşturmanın genişletilmesine ilişkin talepleri savcılıkça reddedildi.
Cinayetten sonra başlatılan idari soruşturmada, Mülkiye Müfettişleri raporunu tamamladı. Müfettişler bütün görüntüleri izlemiş ve Adli Tıp’tan da görüş almışlardı. Rapor, cinayeti aydınlatabilecek bilgiler içeriyor olabilirdi. Ancak İçişleri Bakanlığı, raporu isteyen avukatlara raporun Diyarbakır Başsavcılığı’na gönderildiğini, ancak idari nitelik taşıdığı için avukatlara verilmeyeceğini söyledi. Avukatların başvurduğu savcılık ise raporun gelmediğini ileri sürdü.

Tek icraat

Devletin bu süreçte yaptığı tek şey öldürüldükten sonra Van Çatak’ta adının verildiği parkın ismini kayyımın değiştirmesi oldu. Tahir Elçi’nin ismini ve gökkuşağı renklerini parktan kaldıran kayyım, parka “Şehit Gönüllü Korucu Ali Ogün” ismini verdi.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu, Elçi’nin öldürülmesinden sonra“Bu kazara bir olay da olsa fail bulunacak, suikast de olsa muhakkak üzerine gidilip çözülecek” demişti.
Ne kazara öldürüldüğü ortaya konabildi, ne de suikastin failleri bulundu…