Dilinizin ayarını bozarak en iyi dostlarınızdan bile düşman
yaratabilirsiniz. Uygun koşullarda kötü bir üslup kullanarak ilişkileri
gerebilir ve gerilimli anlarda provoke edici bir dille çatışmaları
başlatabilirsiniz…
Devrimciler dünyasında ideolojik mücadele kaçınılmazdır; kaynağını,
hayatın çelişkiyi kaçınılmaz kıldığı gerçeğinden alan bir doğrudur bu.
Doğru olmayan ise ‘devrimin çocukları’ arasında yaşanan ideolojik
mücadeledeki üslup bozukluğu yüzünden devrimcilerin birbirlerini
ideolojik ve siyasi muarızlar şeklinde ‘konumlandırmaya’ başlamalarıdır.
Mesele budur; kendilerini doğruluğuna inandıkları yol ve yöntemlerle
ifade eden devrimcilerin kaygı verici bir bölümü hesapsızca kullanılan
revizyonist, oportünist, reformist, pasifist, goşist, teslimiyetçi ve
benzeri kavramlarla birbirlerini ‘karşıt’ haline getirme ‘becerilerini’
başarı hanesine yazmakta herhangi bir sakınca görmüyorlar.
Sanırım bu durum en çok da yerli yersiz kullanılan söz konusu
kavramlarla birbirlerini ‘muarız’ haline getirmeyi ‘başaran’
devrimcileri hiç bir ayrım yapmaksızın sırasıyla yok etmeye ‘yeminli’
olan sermayeyi mutlu etmektedir.
Bu dışlayıcı, ötekileştirici ve giderek de düşmanlaştırıcı üslubu
nereden öğrendik sorusunun yanıtını ortak tarihsel geçmişimizde aramamız
lazım. Tarihimizin her sayfasında bolca ve hoyratça kullanılmış
revizyonist, oportünist, reformist, goşist ya da teslimiyetçi benzeri
kavramlara rastlarız. Kuşkusuz bu konuda Moskova - Pekin merkezli
ideolojik ‘mücadele’nin uluslararası devrimci hareketteki tezahürü özel
bir yere sahiptir. Ne var ki bugün, vakti zamanında ‘en komünist’
sayılan ve düşmanca kurulan saldırgan bir dille birbirlerini tarihten
silmeye çalışan o ‘model partiler’in aynı ‘makus kaderi’ paylaştıklarını
görebiliyoruz. Artık şu gerçeğin teslim edilmesi gerekiyor; geçmişte
yaşananlara dostlar arasındaki ideolojik mücadele falan denilemez;
yaşananlar, adı konulmamış bir ‘ideolojik savaş’tı ve o ‘savaş’
uluslararası sermaye güçlerine değil, emek güçlerine zarar vermiştir…
Bir işe yarar mı bilinmez ya, üslup meselesinde kendimde gerçekleştirdiğim değişimi paylaşmak istiyorum:
On bir yılı aşan tutsaklığı yüzlerce devrimci ile birlikte yaşadım.
Herkesten farklı olduklarına ve ‘tek doğru’ çizgiyi savunduklarına
inanan pek çok devrimci ile birlikte yıllarca ve gün yirmi dört saat
aynı koğuşlarda kaldık. Devrimci hareketin ortalama kadrolarını ve
önderlerini yakından tanıdım. Tanıdığım ve kendilerini Marksist,
Leninist, Troçkist ve Anarşist olarak tanımlayan bu devrimcilerin
çoğunun içtenlikle özgürlük, eşitlik, dayanışma gibi ortak değerlerimizi
savunduklarını, kapitalizmi tasfiye edip emeğin ve insanlığın özgür
geleceğini kurmak için mücadele bahsinde ‘imanlı’ olduklarını gördüm.
Amacımız ortaktı, amaca ulaşmada izlenmesi gereken yol yordam konusunda
ise farklılıklarımız vardı. Velhasıl, aramızdaki fark dil farkı değil,
şive farkıydı. Onları, farklılıklarımıza rağmen kardeş saymaya başladım.
Ve zamanla bu kardeşlerimle süren yazılı ve sözlü tartışmalarda
revizyonist, oportünist, reformist ya da teslimiyetçi benzeri kavramları
kullanmadan önce onlarca kez düşünmek gerektiğini öğrendim… Evet;
öğrenilebilir, öneriyorum!
Şurası açık ki, sömürü, iktidar ve istismar biçimlerinin bütününü
ortadan kaldırıp emeğe ve insanlığa yakışan özgürlükçü bir düzen kurmak
amacıyla aklı erdiğince ve de elinden geldiğince mücadele eden
devrimcilerin birbirleriyle tartışırken kullandıkları dile özen
göstermeleri keyfiyet değil zorunluluktur. Devrimcilerin dünyasındaki
ideolojik mücadele, devrim kardeşliğinin derin anlamı göz ardı edilmeden
sürdürülmelidir; ancak böylece farklılıklarımıza rağmen ortak amacımızı
gerçekleştirebilmemiz açısından elzem olan devrimci cephe ve
enternasyonal birlik için uygun bir ideolojik kültür oluşturabiliriz…
Sadık Varer...